Bilgin, “Yücel Abi, bu meslekte tanıdığım çok dürüst, ender insanlardan biriydi”
Bilgin, “Yücel Hacaloğlu’nun bizim mesleğimize kattığı en önemli şeylerden biri de saygınlıktı”
Bilgin, “Türkiye’nin sorunları var ama sorumlulukları sorunlarından daha önemli”
Türkân Hacaloğlu, “Yücel Hacaloğlu’nun mazbut bir hayatı vardı”
Türkân Hacaloğlu, “İdealist birini, özellikle de bu kişi eşinizse anlatmak kolay değil”
Gazeteci Yücel Hacaloğlu, Türk Ocakları Ankara Şubesi ve Gazeteciler Cemiyeti’nin birlikte düzenledikleri “Teknolojik Gelişme ve Değişimlerin Işığında Gazetecilik” paneli ile anıldı. Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda düzenlenen etkinliğe, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Başkan Vekili Savaş Kıratlı, Onur Kurulu Üyesi Mustafa Yoldaş, Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı Türkân Hacaloğlu, Başkan Yardımcısı Uğurcan Küçükağaoğlu ve Türk Ocakları Ankara Şubesi üyeleri ile Hacaloğlu’nun sevenleri katıldı. Panelin aynı zamanda oturum başkanlığını yürüten Başkan Bilgin, Hacaloğlu için, “Bizim mesleğimize kattığı en önemli şeylerden biri de saygınlıktı. Eğer gazeteci dürüst olur ve mesleğini bu şekilde yaparsa, yaşarken de öldüğünde de saygınlığını asla kaybetmeyen güzel bir örnek olur. O, bunu yaptı…” ifadesini kullandı.
Sultan Yavuz
Türk Ocakları Ankara Şubesi ile Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteci Yücel Hacaloğlu’nun anısına düzenledikleri
“Teknolojik Gelişme ve Değişimlerin Işığında Gazetecilik” panelinde bir araya geldi. Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda düzenlenen etkinliğe, panelin aynı zamanda oturum başkanlığını da yürüten Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Başkan Vekili Savaş Kıratlı, Onur Kurulu Üyesi Mustafa Yoldaş, Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı Türkân Hacaloğlu, Başkan Yardımcısı Uğurcan Küçükağaoğlu ve Türk Ocakları Ankara Şubesi üyeleri ile Hacaloğlu’nun sevenleri katıldı.
Etkinliğin sunuculuğunu üstlenen Türk Ocakları Ankara Şube Başkan Yardımcısı Uğurcan Küçükağaoğlu, konukları selamlayarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün basına ilişkin sözüne atıfta bulundu. Küçükağaoğlu, “Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tâbi tutulamaz, gazeteci düşündüğünü, gördüğünü, bildiğini samimiyetle yazmalıdır” dedi.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan panel, Türk Ocakları Ankara Şubesi Sekreteri Kadir Uluç’un hazırladığı, Yücel Hacaloğlu’nun hayatını anlatan “Türklüğe Adanan Bir Ömür” isimli kısa belgesel gösterimi ile sürdü. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı Türkân Hacaloğlu, konuşmasına panelin düzenlenmesi için destekte bulunan Gazeteciler Cemiyeti ve Başkan Nazmi Bilgin’e teşekkür ederek başladı. 28 Şubat 2022 tarihinde vefat eden gazeteci ve siyasetçi Sadi Somuncuoğlu’nu da anan Hacaloğlu, “Türk milliyetçiliği ve ülkücü camianın en önemli şahsiyetlerinden, devlet adamı, siyasetçi ve aile dostu Sadi Somuncuoğlu’nu rahmetle anıyor ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum, ruhu şâd olsun” dedi.
İdealist birini, özellikle de bu kişi eşiyse anlatmanın kolay olmadığını ifade eden Hacaloğlu şöyle konuştu:
“Yücel Hacaloğlu’nun mazbut bir hayatı vardı, 1957 yılında gazeteciliğe başladı, çekirdekten yetişmiş, çok yönlü bir aydındı. Pek çok dergi ve gazetede köşe yazarlığı yaptı, İstanbul ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan, çok güçlü bir dünya görüşüne sahip, tarifsiz bir Türk milliyetçisiydi. Sessiz görünse de gazetecilikte çok cesurdu. Yazı işleri müdürü olarak Yeni İstanbul gazetesinde kimsenin göze alamadığı, 1961 yılında Yassıada’da idam edilenlerin fotoğraflarını yayınladı ve bu yüzden hapis cezası aldı. Bunun için ne üzüldü ne övündü, bunu bir gazetecilik görevi olarak gördü. Sabah Ankara temsilcisiyken, 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı’nı takip ederken 10 gazeteciyle birlikte esir düştü. Hapishane hayatını çok rahat anlatıyordu çünkü o, hapishane hayatını bildiği için korku ve heyacan içinde olan arkadaşlarına da destek oldu.
1975 ve 1978 yıllarında kurulan milliyetçi cephe hükümetlerinden Alparslan Türkeş’in basın müşaviri oldu, 1994’te kurulan RTÜK’te bir müddet müşavirlik yaptı, 2001 yılında da buradan emekli oldu. İyi bir gazeteci olduğuna, herkesin ittifak ettiği Hacaloğlu, 1970’lerin ortasında gazetecilikten soğudu ve ‘Meslek artık can cekişiyor, objejtif gazetecilik imkânı kalmadı’ diyordu, öyle de oldu. 1980’den sonra büyük bir gazeteden yazı işleri müdürlüğü teklifi aldı ama kabul etmeyerek, ‘Para önemli değil, ben bu işi bıraktım’ dedi ve bıraktı.”
Hacaloğlu, önümüzdeki yıl Cumhuriyet’in 100. yılının kutlanacak olması çerçevesinde panelistlerin, basının bugününün ne olduğunu konuşacaklarını da belirterek, basın hayatına hizmet etmiş, vefat eden tüm basın mensuplarına rahmet diledi.
Bilgin, “Hacaloğlu, çok dinleyen, az konuşan biriydi; herkesin çok uzun cümlelerle anlatacağını, o bir cümlede söylerdi”
Panelin oturum başkanlığını yürüten Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Türk Ocakları’na böyle bir iş birlirliği için saygılarını sunarak, Yücel Hacaloğlu ile tanışıklığının 50 yıla ulaştığını belirtti. Pek çok platform ve meslek hayatında Hacaloğlu ile beraber olduklarını ifade eden Bilgin, Hacaloğlu’na ilişkin şunları söyledi:
“Yücel Abi, bu meslekte tanıdığım çok dürüst, ender insanlardan biriydi, ki artık dürüstlüğün bir meziyet hâline geldiğini vurgulamak istiyorum. Hacaloğlu, çok dinleyen, az konuşan biriydi; herkesin çok uzun cümlelerle anlatacağını, o bir cümlede söylerdi. Bizim mesleğimize kattığı en önemli şeylerden biri de saygınlıktı. Eğer gazeteci dürüst olur ve mesleğini bu şekilde yaparsa, yaşarken de öldüğünde de saygınlığını asla kaybetmeyen güzel bir örnek olur. O, bunu yaptı…”
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, “İnsanlar kullanıldıkları tarafından kullanılan, tükettikleri tarafından tüketilen, yok ettikleri tarafından var edilen bir varlığa dönüştü”
Panelin ilk konuşmacısı olan 24. Dönem MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, “Elektronik Diktatörlük” başlıklı sunumunda, teknolojide meydana gelen değişimlerin yakın gelecekte toplumu nereye götüreceğinin yeterince fark edilmediğine vurgu yaptı. Yeniçeri, modern teknolojinin iktidarlar tarafından halkı yönlendirme amacıya kullanıldığını belirterek, “Bilgisayar dünyasının hamleleri, medyanın manipülasyonu, iletişimin boyutları yeni bir aşamaya girildiğini göstermektedir. Teknoloji cahili olan ve elektroniği yönlendirme gücü olmayan ülkelerin daha büyük sorunlarla yüz yüze olduğunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok, başı boş bırakılmış bu yapının insanlığı nereye taşıdığını yaşayarak öğreneceğiz” dedi.
“İnsanlar kullanıldıkları tarafından kullanılan, tükettikleri tarafından tüketilen, yok ettikleri tarafından var edilen bir varlığa dönüştü” diyen Yeniçeri, internetin eğitimin yerini aldığını, Google’ın öğretmenin, cep telefonun ailenin ve sanal dünyanın da gerçeğin yerini aldığını belirterek, kalıcığın yerini de geçiciliğin aldığının altını çizdi. Yeniçeri, teknolojinin insanın sosyal olmasını engellediğini ve bu nedenle değerlerde erozyona yol açtığını ifade ederek, “soğuk ve katı” ilişkilere meydan verdiğini söyledi. Teknolojinin insan üzerindeki olumsuz özelliklerinin batıda eleştirildiğine dikkat çeken Yeniçeri, Türkiye’nin ise henüz yalnızca kullanıcı durumunda olduğunu sözlerine ekledi. Edebiyat dünyasından kimi örneklerle çağa gönderme yapıldığını kaydeden Yeniçeri, George Orwell, Margaret Atwood ve Aldous Huxley gibi yazarların distopik yapıtlarının reel gerçeklerin alt yapısını oluşturduklarını dile getirdi.
Yavuz Selim Demirağ, “Eğer bu mesleği namusuyla yapacaksan bedel ödemeye razı olacaksın”
Panelin ikinci konuşmacısı Gazeteci- Yazar Yavuz Selim Demirağ, “Medya Kirliliği” adını taşıyan sunumunda, Türkiye ve dünyanın temel sorununun kirlilik olduğunu ve bu kirliliğin de en fazla basın sektöründe görüldüğünü vurguladı. Demirağ, bir dönem dördüncü güç olarak görülen basının, bugün 44. güç bile olmadığının altını çizerek, medyanın iktidarın bir propaganda aracı hâline dönüştüğünün ifade etti. Türk basının yüzde 90’ının “ele geçirildiğini” belirten Demirağ, “Kalemini kırma pahasına, kalemini kiraya vermeme düşüncesiyle mesleğe başladık ama bizim çay, simit en büyük sermayeyken, bugün basında Boğaz’daki yalılar, yabancı ülkelerdeki tatiller geçerli oluyor” dedi.
Demirağ, çocukken Necmi Tanyolaç’ın “8.15 Vapuru” yazılarını çok severek okuduğunu ve artık hayatın içinden yazıların kaleme alınmadığını belirtti. Demirağ, “Şimdi koca koca adamlar kimi belediyeleri öve öve bitiremiyor, yazlıklar, kışlık evler… Bizimle aynı kimliği taşıyorlar. Gazeteci eleştirmezse gazeteci olamaz. Aratırmacı gazetecilik diye niye cila atıyorsunuz? Araştırmacı olmayan gazetecilik olur mu? Gazeteci bedel ödeyen, risk alan adamdır. Eğer bu mesleği namusuyla yapacaksan bedel ödemeye razı olacaksın” diye konuştu.
Demirağ, mesleğe başladığı yıllarda kendi alanlarında uzmanlaşmış gazeteciler olduğunu ancak bugün her konuda fikir beyan eden kimi gazetecileri de eleştirerek, ismi yolsuzluğa karışan kişilerin de ceza almadan mesleği sürdürmelerinin gelinen nokta olduğunun altını çizdi. Demirağ, mevcut durum içinde toplumda da bir duyarsızlaşma olduğuna işaret ederek, “Kirlilik en fazla bizim medyaya yansıdı ancak enseyi karartmamak lazım. Yine de kalemini satmayıp, bedelini ödeyen gazeteciler var” dedi.
Yağmur Tunalı, “Gazeteci kılıç yerine kalemini sallayan kişidir”
Yazar ve TV- radyo programı yapımcısı Yağmur Tunalı, “Gazeteci ve Gazetecilik Kültürü, “ adını taşıyan sunumunda, gazeteciliğin hayata ayna tutan bir kültür işi olduğunu hatırlattı. Gazeteciliğin toplumda var olan her şeyle ilgli bir meslek tarafı olduğunun ihmal edildiğini kaydeden Tunalı, gazetecinin aynı zamnda toplumda ne varsa, onu ileten insan olduğunu da sözlerine ekledi.
Tunalı şunları söyledi:
“Gazeteci, mesleğini güç odaklarına karşı toplumu savunan ve uygulamaların doğru şekilde yapılmasını sağlayan, bunun için de kılıç yerine kalemini sallayan kişidir, halkın sözcüsü olmak mevkiindedir. Bunlar, bugüne uymuyor diyebiliriz ama tarih içinde, dünyada böyle teşekkül etmiş.
Sümerlerden itibaren kil tabletlerinin gazeteciliğin ilk nüveleri olduğunu söyleyebiliriz. Abidilerimiz de… İlk gazeteciler Bilge Tonyukuk, Kültigin ve Yollıg Tigin olabilir ama gazeteciliğin şekillenmesi çok sonraları oldu, 500 yıl diyebiliriz belki… Çıkış sebebi de egemenlerin hukukunu değil, halkın haklarını korumasıdır. Belki gazetecilik olmasaydı, Fransız İhtilali omayacaktı ya da daha geç bir tarihte olacaktı. Bu tür dönüm noktalarından sonra gazetecilerin, geniş manada halkın hak ve hürriyetlerini savunan bir mekanizma oluşturduğunu ve tepede oturanların korkulu rüyası olduğunu kabul etmek lazım…”
Tunalı, 1860 yılından başlayarak, gazete ve gazetecilerin prensip olarak hak ve hukuku koruduklarını, hükümetin icraatlarını tenkit ettiklerini ve aydın denilen kişilerin vazifesinin de hâkim gücün arızalarını söylemek olduğunu vurguladı.
Bilgin, “Hiçbir dönemde, darbeler dâhil bu kadar çok gazetecinin hapise atıldığını görmedi
Panelde, Türkiye’deki kadın gazeteciler ve durumlarının iyileştirmesine yönelik soruyu yanıtlayan Başkan Bilgin, her meslekte olduğu gibi, Meclis’te ve diğer iş kollarında ne kadar kadın gazeteci varsa, aynı şeyin basında için de geçerli olduğunu söyledi. Gazetecilik yaptığı dönemde Nilüfer Yalçın’ın dış politika konusunda çok saygı duyulan bir isim olduğunu, Emel Aktuğ’un ise çok tanınan bir gazeteci olduğunu anlatan Bilgin, devamla şöyle konuştu:
“Yalnızca kadınların değil, erkeklerin de özgürce çalışması için Türkiye’nin özgür olması lazım. Bana göre Türkiye pek çok konuda özgür değil, buna basın özgürlüğü de dâhil. Ben muhabirlikten, gazete sahipliğine ve genel yayın yönetmenliğine kadar her kademede görev yaptım, hiçbir dönemde, darbeler dâhil bu kadar çok gazetecinin hapise atıldığını görmedim. Kötü uygulamalar vardı, gazeteler kapatılıyordu ama 12 Eylül’den sonra demokrasiye geçişte de, beş yıl sürdü. 1946’daki çok partili siyasi hayattan bugüne kadar Türkiye hep darbeler, darbe teşebbüsleri ve oalağanüstü hâl ile uzun yıllar basın özgürlüğünün olmadığı süreçten geçti. Ancak bu dönem, ilk defa gazeteler siyasi erkin bankalar aracılığıyla sahiplenildiği bir yapıya geçti.
Geçmişte gazeteler iş adamlarının eline geçtiğinde de karşı çıktık, bunu sansürün ikiz kardeşi gibi gördüm. Fakat şimdi bunu da aşan bir durum var; iktidar, basının ve televizyonun büyük bir bölümünü banka kredileriyle alıp, kendine yakın gördüğü gruplara teslim ediyor. Hiçbir dönemde basına böyle bir pranga vurulmadı, hiçbir dönemde bu kadar korku ikliminde yaşandığını hatırlamıyorum. İnşallah bugünleri de geçeriz, özgür Türkiye’de kadınların durumu da daha iyi olur. Önce hep beraber özgür olalım, sonra kadın erkek meselesini aramızda çözeriz.”
Panelin kapanış konuşmasını yapan Bilgin, “Türkiye’nin sorunları var ama sorumlulukları, sorunlarından daha önemli” diyerek, yarım asırlık meslek hayatında 5 kıta ve 70 ülke gezdiğini ancak “Güneşin, Anadolu topraklarını ısıttığı kadar güzel hiçbir toprağı ısıtmadığını” ifade etti.
Bilgin şunları söyledi:
“Çok güzel bir ülkede yaşıyoruz, 20’ye yakın medeniyet geçti bu topraklardan. Avrupa’da bir kaç medeniyet geçmiştir, biz 20 medeniyetten maddi ve manevi çok şey öğrenmişiz. Resmi, maramgozluğu, kuyumculuğu… Bunları birleştirip burada yaşıyoruz, hiçbir ülkede caminin, kilisenin, havranın aynı duvarı paylaştığı bir hoşgörü ortamı yoktur. Türkiye’de Hatay’da çan sesini de ezan sesini de hazan sesini de dinlersiniz. Öyle bir ülkedeyiz ki, Şahin Beylerin, Kara Fatmaların, Nene Hatunların, adını saymakla bitmez kahramanların mezarlarıyla aynı toprağı kokluyor ve basıyoruz. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Yurt dışına her gittiğimde bir kez daha fark ediyorum ki, sadece renginden dolayı değil, her santiminde binlerce şehit kanı olan en güzel bayrak bizimki, dünyada örneği yok. Çoğu ülkenin milli marşı da müzikten oluşuyor, bizim İstiklâl Marşımız, ‘Korkma!’ diye başlıyor ve en son ocak tütene kadar bayrak dalgalanacak diye emir ve görev veriyor. Hiçbir ülkede böyle bir şey dinlemedim. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bedbin, umudunu kaybetmiş, Polatlı ile Ankara arasına sıkışmış bir milleti yeniden ulus yapan Atatürk, bu toprakları yaşatmış ve bizim için ülke kurmuş. Halk parasız, çarığı delik, yiyeceği yokken, Ulu Önder’in arkasından gitmiş.
Basında da ekonomide de sorunlar var ama ülkemizi korumak ve yaşatmak gibi bir sorumluluğumuz var. O yüzden sabahları besmeleyle uyanalım ve göğsümüzü gere gere ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diyelim…”